Bu yazıyı 5 kişiye gönderir miydiniz?
Mesut Arslan, mühendis olarak çalıştığı özel şirkette sıradan bir güne başlarken, her zaman olduğu gibi önce e-postalarını kontrol ediyordu. Rutin ve gittikçe sıkıcı bir hale gelen iş hayatı hepimiz gibi, Mesut Bey’in de başkalarına yardımcı olma ihtiyacını karşılayabileceği uygun bir zaman aralığı sunabilecek kapasitede değildi. Neyse ki, sabah kahvesini yudumladığı o baharın kendini hissettirdiği güneşli gün, mühendisimiz bir başkasına yardımcı olma ihtiyacını karşılayan bir e-posta aldı. E-posta talihsiz fakat mutlu bir babanın, tedavi olmazsa ölecek kanser hastası yedi yaşındaki kızı için yardım çağrısını içeriyordu. “Bir babanın çığlığı” başlıklı mektubun mümkün olduğunca çok kişiye gönderilmesi çağrısıyla sonlanan metin, e-postanın ne kadar çok kişi paylaşırsa çocuğa adı verilmemiş bir şirket tarafından o kadar maddi yardım yapılacağını söylüyordu.
Mesut Bey o gün, kendisi gibi baba olan bir adamın yardım çağrısına sessiz kalmak istemedi. “Tanrı onlara yalnızca bir çocuk bağışlamıştı” ve aile gerçekten zor durumdaydı. E-postayı paylaşarak bir nebze de olsa katkıda bulunmak istedi. Tedavi masraflarının karşılanacağı vaadi, ailenin geleceği için çok önemliydi. E-posta listesindeki arkadaşlarını tek tek seçip mektubu iletti.
Mesut Arslan’ın sıradan bir günün sıradan bir anında yaptığı paylaşım gelecek bir buçuk senesinin kabusu haline tam olarak gönder butonuna bastığı an dönüştü. Kızını kurtarmaya çalışan babanın Mesut Bey olduğunu düşünen, e-posta imzasındaki telefon numarasını gören arkadaşları ve onların arkadaşları ve onların arkadaşlarının arkadaşları, bir buçuk sene boyunca Mesut Bey’i arayarak nasıl yardımcı olabileceklerini sordu.
Mesut Arslan “benim de katkım olsun” diyerek gönderdiği e-posta hakkında 2006’da şöyle diyordu: “Yardım olsun diye gönderdim; ama yaptığıma pişman oldum. O acılı babanın ben olduğumu zanneden onlarca insan da cebime mesaj attı; şirketimi aradı; acımı paylaştıklarını, yardım etmek istediklerini belirttiler. Çok rahatsız oldum.”
Ölümsüz kanser hastası çocuk
Kanser hastası bir kızın tedavisine katkı sunmak için e-posta zincirinin bir parçası olma zorunluluğu, 1997–2004 arasında binlerce farklı versiyonla internette dolaşımdaydı. Ortaya ilk çıktığı zamanlarda, e-posta Amerika’da yaşayan Jessica Mydek isimli yedi yaşındaki kızdan bahsediyordu. Zavallı Jessica beyin kanseri olmuştu. Epey pahalı olan tedavisi için Amerikan Kanser Topluluğu önemli bir çağrı yayınlamıştı. “Bu e-posta en az beş kişiye gönderilmeliydi.”
Amerikan Kanser Topluluğu, iddianın inandırıcılığını artırmak için, metne serpiştirilmiş bir kurum olarak uzun süre bu metnin kendileriyle ilgisi olmadığını, Jessica Mydek isimli bir çocuğun beyin kanserine yakalanmadığını söylese de değişen pek bir şey olmadı. Altı aylık ömrü kaldığı söylenen çocuğun hikayesi binlerce kez değiştirilip düzenlendikten sonra farklı dillere tercüme edilerek senelerce e-postalarda dolaşmaya devam etti. Kanser hastası çocuk ölümsüz bir efsaneye dönüştü.
2000’li yıllarda pek çoğumuz buna benzer e-posta zincirleriyle karşılaştık. Kimi zaman dua ile başlayan bir şans mektubu olsa da, tavsiyelerine uyulmadığında kötü şans getiren, dua şeklindeki mektuplar; dünyanın bir yerindeki bir insan tarafından başlatılan ve belirli sayıda insana gönderilerek dünyayı belirli bir sayı kadar dönmesi gereken, bir kaynağı olan mektuplar; sağlık ve mutluluk ödüllerini kazananların gönderdiği mutlu bir hikâyeyi konu edinen mektuplar; mektup zincirini kırdıkları için cezalandırılan insanları konu edinen, mutsuz bir hikâyeyi anlatan mektuplar uzun zaman gelen kutumuzu işgal etti.
Henüz kendisine gelen e-postayı en az 10 arkadaşına göndermediği için hayatını acı bir şekilde kaybeden talihsiz bir kişinin hikayesiyle karşılaşmadıysak da, bu mesajlar çoğumuzun hatırasına ve ruhuna kazındı. Henüz -muhtemelen- ortaokulda olduğum yıllarda, ‘Kuran’ı yırtan kızın fotoğrafı’ yakın bir arkadaşı tarafından anneme gönderildiğinde nasıl şaşırdığımı hatırlıyorum. (İşte o kızın ergenlik hali!!) Sinema koltuklarının arasına konan HIV iğneleri veya böbreği çalındıktan sonra küvette uyanan insanların hikayeleri, nereden ne zaman zihnime sızdığını bilmediğim ama çocukluğumun ortalarında zihnimi meşgul eden korkulara dönüşmüştü.
1990’lı yıllarda bir postacı olsaydınız, iletinin hedef noktaya varış yeri olan posta kutularındaki en büyük rakibiniz, bugünkü gibi mahalleye yeni açılan kebapçının menü ve telefon numarasını içeren el ilanları değil, felaket tellallığı yapan, kim tarafından yazıldığı belli olmayan esrarengiz mektuplar olurdu. Tarihin en başarılı bilgi iletme yöntemi olarak zincir mektuplar, titan zincirine benzeyen para kazanma vaatleriyle en az beş kişiye gönderilmesi çağrılarıyla ABD’de 20. yüzyılın başlarına tarihlense de, asıl popülerliğini 1988 yılında kazandı.
“Bismillahirrahmanirrahim, La havle vela kuvvete illa billahi aliyyil azim. Allahumme inni esabet ya kadümü ya daimü yasekde yeus yabudu ya semedü ya hayyümü ya kayyümü yazel celali vel ikram feinte cihan fevui hasilla hala ihake ilahu aleyni teveknül tüve hüve rabbilazim. Yüce Allah bu duayı 1251 yılında birine nasip etmiş. O kişi bunu 7 kişiye dağıtmış ve zengin olmuş. Sonra bu dua bir fakirin eline geçmiş; fakat o inanmayınca evi yanmış. Bir kadının eline geçmiş ve o da inanmamış; onun da çocuğu ölmüş. Bu dua kimin eline geçerse 7 kişiye dağıtsın, ne isterse olur. Duayı 7 gün içinde 7 kişiye gönderirsen isteğin gerçekleşecek. Dağıtmazsan başına felaketler gelecek…”
Türkiye’de çeşitli dini ritüel teşvikleriyle, yukarıdaki gibi ikinci cümlesinden itibaren hiçbir anlam ifade etmeyen sözcüklerle de bezenerek paylaşılan bu mektuplar, (yukarıda yer verdiğim metnin 2017’de Facebook’ta 2019’da bazı forumlarda hala paylaşılmakta olduğunu eklemek isterim) endişe seviyemizin tavan yapmasına yol açıyordu. 2006’da verdiği röportajda psikolog Alanur Özalp, bu konudaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Psikolojik sıkıntılar yaşayan bir hastam, bir gün telaşla beni aradı; tatilden yeni geldiğini ve e-posta kutusunda 7 gün içerisinde tanıdıklarına göndermezse başına çok büyük belaların geleceğini bildiren bir mail bulunduğunu; ama tatilde olduğu için gönderemediğini söyledi. Hastam kaygılı bir şekilde ‘Acaba şimdi göndersem olur mu? Başıma bir musibet gelir mi?’ diye sormuştu.”
Geleceğe hükmetmek için ilet
O günlerden bugüne ne Bill Gates servetini dağıttı, ne de fabrikalarda kutu içeceklerin üzerinde gezen fare dedikoduları aklımızdan çıktı. Mesut Bey belki kendisini avutmak için arayanların telefonlarından kurtuldu. Ancak başında yeni bir bela var; WhatsApp.
Teknoloji sofistike hale gelse de bazı motivasyonlar aynı kalmaya devam ediyor. Duygularımızı dizginleyemediğimiz, karar mekanizmamızı içimizdeki irrasyonele teslim ettiğimiz bugünler, dayanışmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz aile üyelerimizle sınırsız WhatsApp mesajı paylaşma döngüsüne girdiğimiz yeni bir alan açıyor. 2000’lerin başında e-posta zincirlerini birbirine bağlayan 30’lu yaşlarındaki genç profesyoneller, bugün WhatsApp grubunda “Oğlum bak Selma Teyzenin doktor oğlu göndermiş” diyerek bize ses kaydı ileten aile fertlerimizden başkası değil.
Bijan Stephen mesaj zincirlerini paylaşmamızın ardındaki motivasyon için şöyle diyor: “Mesaj zincirlerinin cazibesi kontrolle ilgili: Bir mesajı başkasına iletmek, geleceğimize hükmedebildiğimize inanmamızı sağlıyor. Hiç değilse olabilecek en kötü şeyden kaçınabileceğimizi sanıyoruz.”
Cumartesi sabah itibari ile whatsapp ücretli olacak. En az 10 kişiye bu mesajı gönderirsen logon mavi olacak ve ücretsiz kullanmaya devam edebilirsin. Aksi halde Whatsapp 0,01€/ mesaj olacak.. WhatsApp 10. yılını kutluyor Bizi desteklediğiniz için siz değerli üyelerimize teşekkürü borç biliriz. Bu mesaji Whatsapp kullanıcısı 10 arkadaşınıza illettiğiniz taktirde 5 sene ücretsiz whatsapp kullanma hakkını kazanacaksınız.Inandırıcı gelmedimi? Web sayfamız da konuyla ilgili açıklamamıza göz atabilirsiniz: www.whatsapp.com Mesajınız 10 whatsapp üyemize ulaştıktan sonra kutucuk yeşil olacak ve siz 5 sene ücretsiz üyelik kazanmış olacaksınız tebrikler!!!
Çiğdem Kara, ‘ölümsüz kanser hastası çocuk’ zincirleri üzerine yazdığı bir makalede Breidnich’e atıfla, çağdaş efsanelerin artık bir ulusun doğal kültürünün niteliği olmaktan çıkıp, dünya geneline yayılmış sözlü geleneğin yeni bir katmanı haline geldiğini söylüyor. Hiçbir yerel kültüre ait olmayan bu sözlü efsaneler, kulaktan kulağa değil, mesaj kutusundan mesaj kutusuna, köyden köye değil, ülkeden ülkeye yayılıyor. Mesajlarda bir aidiyet aramamız ve kendimizi en ait hissettiğimiz yer olan aile ve arkadaşlarımızdan geldiğinde karnımızın bu mesajlara daha yumuşak olmasının en önemli sebebi belki de bu.
E-posta zincirleri ve WhatsApp mesajlarını birbirinin devamı kılan başka bir özellik ise rica. “LÜTFEN 5 ARKADAŞINIZA GÖNDERİN” mesajıyla kapanan bir zincir e-posta, WhatsApp’taki ses kayıtlarında “YAYALIM ARKADAŞLAR” çağrılarında kendisini hatırlatmaya devam ediyor. Kendi kendini dolaşıma sokma gücüne sahip bu mesajların, gönüllülük olmadan yayılması mümkün değil. Fakat belirtelim bu gönüllülük biraz da zoraki, cebren ve hileyle, zorla ve cezayla… “Eğer bu iş için ayıracak 10–15 dakikan olmadığını düşünüyorsan, asıl sen gerçekten iyileşemez ölçüde hasta birisin” cümlesini okuyan vicdan sahibi herhangi bir kişinin “Yedi yaşındaki kız çocuğunu kanserden kurtarmayı” reddetmek için güçlü bir bahanesi olmalı. Bugünün WhatsApp mesajlarındaki zorunlu gönüllülük ise, toplumsal sorumluluğa atıfla devam ediyor: “Bu mesajı yaygınlaştırmak bizim boynumuzun borcu, başka insanların da gerçekleri görmesini sağlayalım.” Gerçekle yüzleşemeyenlerin göz bağlarını sökmek asli ve yüce bir görev. Bizden gizlenenlere gözü açılan, her şeyin sebebini bulduğuna dair içinde güçlü bir ışık doğan herkesin toplumsal sorumluluğu…
İnternet efsaneleri ve toplumsal sorumluluğumuz
Bu mesajların üzerimizde bıraktığı en önemli etkilerden biri belki de yarattıkları gerçeklik yanılsaması. Bir bilgiyi ne kadar çok kişi yayarsa, o bilginin doğru olduğuna dair inancımız da o kadar sarsılmaz hale geliyor.
Bir efsaneyi, yalandan ayıran şey, onun gerçekten yaşanmış ya da yaşanacak olduğuna bizi inandırabilmesi. Efsaneyi efsane yapan davranış ve eylem kalıplarımızı, gösterdiği acı, umut, korku ya da cesaret dolu hikayelerle yeniden şekillendirebilme yeteneği. İnternet efsanesine dönüşen pek çok metnin üzerimizde kalıcı etki bırakmakta başarılı olmasının bir sebebi de işte bu. Hele ki sözel kültürün belkemiği efsaneler, teknoloji içinde bile şeklini alacak kalıbı bulmasın. E-posta zincirleriyle, WhatsApp’ta dolaşan ses kayıtları arasındaki en önemli fark da burada, gerçek bir kişinin ses tonuyla efsanenin cazibesinin birleşmesinde.
Kimsenin bilmediği gizli bir bilginin ele geçtiği havası taşıyan, gelecekte yaşanacak mühim veya tehlikeli bir olayın kehanetinde bulunarak insanları harekete geçmeye zorlayan, kaynağı asla bilinmeyen ancak bir tanıdığın tanıdığı üzerinden topluluk motivasyonu kurmaya çalışarak “aynı gemideyiz” hissi veren, kurumlara güvensizlikten beslenerek çoğunlukla tespit, ya da ispatı mümkün olmayan teorilere dayanan mesajlar, bugünün WhatsApp mesaj zincirlerinin de en önemli özelliklerini oluşturuyor.
Mesut Bey gibi WhatsApp grubunda paylaşım yapan dayımız da bize yardımcı olmaya çalışıyor. Paylaştığının doğru olduğuna kani. Kimse yalan haber paylaşarak yakınlarına zarar vermek istemez. Paylaşırken düşünülen temel “Doğruysa herkes bilsin, yanlışsa zaten öğreniriz, bir şey olmaz” motivasyonu, zararın kaçınılmaz sonuçlarıyla yüzleşmemize neden olabilir. İçinde bulunduğunuz WhatsApp mesaj kutusunu sahte haber zincirinin son halkası haline getirmeye çalışan akrabalarınızın, toplumsal sorumluluk duygularının ve efsanelere inanmaya eğimli, binlerce yıl sözel kültürle beslenmiş ilkel beyinlerimizin, onları buna zorladığını hatırlayın ve bir yalan haber zincirinin parçası olmanın en az 100 yıldır benzer sebepleri olduğunu onlara hatırlatın.
Bu yazı ilk olarak Covid-19 Postası’nın Pazar ekinde 26 Nisan 2020'de yayınlandı. Covid-19 Postası’na abone olmak için tıklayın.